1 - Kainatın yaratılmasının gayesi, nübüvvet vazifesi (kırmızı), insanın vazifesi (mavi) bir temsil ile
Bir zaman bir sultan varmış; servetçe onun pek çok hazineleri vardı. Hem o hazinelerde her çeşit cevahir, elmas ve zümrüt bulunuyormuş. Hem gizli pek acaib defineleri varmış. Hem kemalâtça sanayi-i garibede pek çok mehareti varmış. Hem hesabsız fünun-u acibeye marifeti, ihatası varmış. Hem, nihayetsiz ulûm-u bediaya ilim ve ıttılaı varmış. Her cemal ve kemal sahibi, kendi cemal ve kemalini görmek ve göstermek istemesi sırrınca; o sultan-ı zîşan dahi istedi ki, bir meşher açsın, içinde sergiler dizsin; tâ nâsın enzarında saltanatının haşmetini, hem servetinin şaşaasını, hem kendi san'atının hârikalarını, hem kendi marifetinin garibelerini izhar edip göstersin. Tâ cemal ve kemal-i manevîsini iki vecihle müşahede etsin:
Bir vechi: Bizzât nazar-ı dekaik-aşinasıyla görsün.
Diğeri: Gayrın nazarıyla baksın.
Bu hikmete binaen, cesîm ve geniş ve muhteşem bir kasrı yapmağa başladı. Şahane bir surette dairelere, menzillere taksim ederek hazinelerinin türlü türlü murassaatıyla süslendirip kendi dest-i san'atının en latif, en güzel eserleriyle zînetlendirip, fünun-u hikmetinin en incelikleriyle tanzim edip düzelterek ve ulûmunun âsâr-ı mu'cizekâraneleriyle donatarak tekmil ettikten sonra, herbir taam ve nimetlerinin bütün çeşitlerinden en lezizlerini câmi' sofralar, o sarayda kurdu. Herbir taifeye lâyık bir sofra tayin etti. Öyle sehavetkârane, san'atperverane bir ziyafet-i âmme ihzar etti ki, güya herbir sofra, yüz sanayi-i latifenin eserleriyle vücud bulmuş gibi kıymetli hadsiz nimetleri serdi. (Sözler - 121)
Brother! If you want to understand a little about the talisman of the wisdom of the world and the riddle of man’s creation and the mystery of the reality of the prescribed prayers, then consider this short comparison together with my own soul.
One time there was a king. As wealth he had numerous treasuries containing diamonds and emeralds and jewels of every kind. Besides these he had other, hidden, wondrous treasuries. By way of attainment he had consummate skill in strange arts, and encompassing knowledge of innumerable wondrous sciences, and great erudition in endless branches of abstruse learning. Now, like every possessor of beauty and perfection wants to see and display his own beauty and perfection, that glorious king wanted to open up an exhibition and set out displays within it in order to make manifest and display in the view of the people the majesty of his rule, his glittering wealth, the wonders of his art, and the marvels of his knowledge, and so that he could behold his beauty and perfection in two respects:
The First Respect: so that he himself could behold them with his own discerning eye.
The Other: so that he could look through the view of others. With this purpose in mind, the king started to construct a vast and majestic palace. He divided it into magnificent apartments and dwellings, and decorated it with every sort of jewel from his treasuries, and with his own hand so full of art adorned it with the finest and most beautiful works. He ordered it with the subtlest of the arts of his wisdom, and decked it out with the miraculous works of his knowledge. Then after completing it, he set up in the palace broad tables containing the most delicious of every kind of food and every sort of bounty. He specified an appropriate table for each group. He set out such a munificent and artful banquet that it was as though the boundless priceless bounties he spread out had come into existence through the works of a hundred subtle arts.
1.1 - Nübüvvet vazifesi (kırmızı)
Sonra aktar-ı memleketindeki ahali ve raiyetini, seyre ve tenezzühe ve ziyafete davet etti. Sonra bir yaver-i ekremine sarayın hikmetlerini ve müştemilâtının manalarını bildirerek onu üstad ve tarif edici tayin etti. Tâ ki, sarayın Sâniini, sarayın müştemilâtıyla ahaliye tarif etsin ve sarayın nakışlarının rumuzlarını bildirip, içindeki san'atlarının işaretlerini öğretip, derûnundaki manzum murassalar ve mevzun nukuş nedir? Ve ne vecihle saray sahibinin kemalâtına ve hünerlerine delalet ettiklerini, o saraya girenlere tarif etsin ve girmenin âdâbını ve seyrin merasimini bildirip, o görünmeyen sultana karşı marziyatı dairesinde teşrifat merasimini tarif etsin. İşte o muarrif üstadın herbir dairede birer avenesi bulunuyor. Kendisi en büyük dairede şakirdleri içinde durmuş, bütün seyircilere şöyle bir tebligatta bulunuyor.
Then he invited his people and subjects from all the regions of his lands to feast and behold the spectacle. Later the king appointed a Supreme Commander (PBUH) as teacher, to make known the purposes of the palace and the meanings of its contents; to describe its Maker and its contents to the people, make known the secrets of the palace’s embellishments, teach what the arts within it were pointing to, and to explain what the well-set jewels were, and the harmonious embroideries; and to explain to those who entered the palace the way in which they indicated the perfections and arts of the palace’s owner, and to inform them of the correct conduct in beholding them, and to explain the official ceremonies as the king, who did not appear, wished them to be. The teacher and instructor had an assistant in each area of the palace, while he himself remained in the largest apartment among his students, making the following announcement to all the spectators. He told them:
1.2 - İnsanın vazifesi (mavi)
"Ey ahali! Şu kasrın meliki olan seyyidimiz, bu şeylerin izharıyla ve bu sarayı yapmasıyla, kendini size tanıttırmak istiyor. Siz dahi onu tanıyınız ve güzelce tanımağa çalışınız. Hem şu tezyinatla kendini size sevdirmek istiyor. Siz dahi onun san'atını takdir ve işlerini istihsan ile kendinizi ona sevdiriniz. Hem bu gördüğünüz ihsanat ile, size muhabbetini gösteriyor. Siz dahi itaat ile ona muhabbet ediniz. Hem şu görünen in'am ve ikramlar ile, size şefkatini ve merhametini gösteriyor. Siz dahi şükür ile ona hürmet ediniz. Hem şu kemalâtının âsârıyla, manevî cemalini size göstermek istiyor. Siz dahi onu görmeğe ve teveccühünü kazanmağa iştiyakınızı gösteriniz. Hem bütün şu gördüğünüz masnuat ve müzeyyenat üstünde birer mahsus sikke, birer hususî hâtem, birer taklid edilmez turra koymakla, herşey kendisine has olduğunu ve kendi eser-i desti olduğunu ve kendisi tek ve yekta, istiklal ve infirad sahibi olduğunu size göstermek istiyor. Siz dahi onu tek ve yekta ve misilsiz, nazirsiz bîhemta tanıyınız ve kabul ediniz."
Daha bunun gibi, ona ve o makama münasib sözleri seyircilere söyledi. Sonra, giren ahali iki güruha ayrıldılar:
Birinci güruhu: Kendini tanımış ve aklı başında ve kalbi yerinde oldukları için, o sarayın içindeki acaiblere baktıkları zaman dediler: "Bunda büyük bir iş var." Hem anladılar ki: Beyhude değil, âdi bir oyuncak değil. Onun için merak ettiler. "Acaba tılsımı nedir, içinde ne var?" deyip düşünürken, birden o muarrif üstadın beyan ettiği nutkunu işittiler. Anladılar ki, bütün esrarın anahtarları ondadır. Ona müteveccihen gittiler ve dediler: "Esselâmü Aleyke ya Eyyühel Üstad! Hakkan, şöyle bir muhteşem sarayın, senin gibi sadık ve müdakkik bir muarrifi lâzımdır. Seyyidimiz sana ne bildirmişse lütfen bize bildiriniz." Üstad ise, evvel zikri geçen nutukları onlara dedi. Bunlar güzelce dinlediler, iyice kabul edip tam istifade ettiler. Padişahın marziyatı dairesinde amel ettiler. Onların şu edebli muamele ve vaziyetleri o padişahın hoşuna geldiğinden onları has ve yüksek ve tavsif edilmez diğer bir saraya davet etti, ihsan etti. Hem öyle bir Cevvad-ı Melik'e lâyık ve öyle muti ahaliye şayeste ve öyle edebli misafirlere münasib ve öyle yüksek bir kasra şâyan bir surette ikram etti, daimî onları saadetlendirdi.
İkinci güruh ise; akılları bozulmuş, kalbleri sönmüş olduklarından, saraya girdikleri vakit, nefislerine mağlub olup lezzetli taamlardan başka hiç bir şeye iltifat etmediler; bütün o mehasinden gözlerini kapadılar ve o üstadın irşadatından ve şakirdlerinin ikazatından kulaklarını tıkadılar. Hayvan gibi yiyerek uykuya daldılar. İçilmeyen, fakat bazı şeyler için ihzar edilen iksirlerden içtiler. Sarhoş olup öyle bağırdılar, karıştırdılar; seyirci misafirleri çok rahatsız ettiler. Sâni'-i Zîşan'ın düsturlarına karşı edebsizlikte bulundular. Saray sahibinin askerleri de onları tutup, öyle edebsizlere lâyık bir hapse attılar.
Ey benimle bu hikâyeyi dinleyen arkadaş! Elbette anladın ki: O Hâkim-i Zîşan bu kasrı, şu mezkûr maksadlar için bina etmiştir. Şu maksadların husulü ise, iki şeye mütevakkıftır:
Birisi: Şu gördüğümüz ve nutkunu işittiğimiz üstadın vücududur. Çünki o bulunmazsa, bütün maksadlar beyhude olur. Çünki anlaşılmaz bir kitab, muallimsiz olsa; manasız bir kâğıttan ibaret kalır.
İkincisi: Ahali, o üstadın sözünü kabul edip dinlemesidir. Demek, vücud-u üstad vücud-u kasrın dâîsidir ve ahalinin istimaı, kasrın bekasına sebebdir. Öyle ise denilebilir ki: Şu üstad olmasaydı, o Melik-i Zîşan şu kasrı bina etmezdi. Hem yine denilebilir ki: O üstadın talimatını ahali dinlemedikleri vakit, elbette o kasr tebdil ve tahvil edilecek. (Sözler - 122)
“O people! By making this palace and displaying these things our lord, who is the king of the palace, wants to make himself known to you. You therefore should recognize Him and try to get to know Him. And with these adornments He wants to make Himself loved by you. Also, He shows His love for you through these bounties that you see, so you should love Him too by obeying Him. And through these bounties and gifts which are to be seen He shows His compassion and kindness for you, so you should show your respect for Him by offering thanks.
And through these works of His perfection He wants to display His transcendent beauty to you, so you should show your eagerness to see Him and gain His regard. And through placing a particular stamp and special seal and an inimitable signet on every one of these adorned works of art that you see, He wants to show that everything is particular to Him, and is the work of His own hand, and that He is single and unique and independent and removed. You therefore should recognize that He is single and alone, and without peer or like or match, and accept that He is such.”
He spoke further fitting words to the spectators like these concerning the King and this station. Then the people who had entered the palace separated into two groups.
The First Group: Since these people had self-knowledge, were intelligent, and their hearts were in the right place, when they looked at the wonders inside the palace, they declared: “There are great matters afoot here!” They understood that it was not in vain or some trifling plaything. They were curious, and while wondering: “I wonder what the talisman to this is and what it contains,” they suddenly heard the speech the Master and Instructor was giving, and they realized that the keys to all the mysteries were with him. So they approached him and said: “Peace be upon you, O Master! By rights, a truthful and exact instructor like you is necessary for a magnificent palace such as this. Please tell us what our Lord has made known to you!” First of all the Master repeated the speech to them. They listened carefully, and accepting it, profited greatly. They acted as the King wished. And because the King was pleased at their becoming conduct and manners, he invited them to another special, elevated, ineffable palace. And he bestowed it on them in a way worthy of such a munificent king, and fitting for such obedient subjects, and suitable for such well-mannered guests, and appropriate to such an elevated palace. He made them permanently happy.
As for the Second Group, because their minds were corrupted and their hearts extinguished, when they entered the palace, they were defeated by their evil-commanding souls and took notice of nothing apart from the delicious foods; they closed their eyes to all the virtues and stopped up their ears to the guidance of the Master (PBUH) and the warnings of his students. They stuffed themselves like animals then sank into sleep. They quaffed elixirs which had been prepared for certain other matters and were not to have been consumed. Then they became drunk and started shouting so much they greatly upset the other spectating guests. They were ill-mannered in the face of the Glorious Maker’s rules. So the soldiers of the palace’s owner arrested them, and cast them into a prison appropriate to such unmannerly people.
O friend who is listening to this story with me! Of course you have understood that the Glorious Creator built this palace for the above-mentioned aims. The achievement of these aims is dependent on two things:
The First: The existence of the Master (PBUH) whom we saw and whose speech we heard. Because if not for him, all the aims would have been futile. For an incomprehensible book with no author consists only of meaningless paper.
The Second is the people listening the Master’s words and accepting them. That is to say, the Master’s existence is the cause of the palace’s existence, and the people’s listening to him is the cause of the continuation of the palace’s existence. In which case, it may be said that if it had not been for the Master (PBUH), the Glorious King would not have built the palace. And again it may be said that when the people do not heed the Master’s (PBUH) instructions, the palace will of a certainty be transformed and changed.
1.3 - İnsanın hayatının gayeleri
1.4 - İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti
1.5 - İnsanın mahiyeti
İnsan, kâinatın ekser enva'ına muhtaç ve alâkadardır. İhtiyacatı âlemin her tarafına dağılmış, arzuları ebede kadar uzanmış... Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister. Bir bahçeyi arzu ettiği gibi, ebedî Cennet'i de arzu eder. Bir dostunu görmeğe müştak olduğu gibi, Cemil-i Zülcelal'i de görmeye müştaktır. Başka bir menzilde duran bir sevdiğini ziyaret etmek için o menzilin kapısını açmaya muhtaç olduğu gibi; berzaha göçmüş yüzde doksandokuz ahbabını ziyaret etmek ve firak-ı ebedîden kurtulmak için koca dünyanın kapısını kapayacak ve bir mahşer-i acaib olan âhiret kapısını açacak, dünyayı kaldırıp âhireti yerine kuracak ve koyacak bir Kadîr-i Mutlak'ın dergâhına ilticaya muhtaçtır. İşte şu vaziyette bir insana hakikî Mabud olacak; yalnız, herşeyin dizgini elinde, herşeyin hazinesi yanında, herşeyin yanında nâzır, her mekânda hazır, mekândan münezzeh, acizden müberra, kusurdan mukaddes, nakıstan muallâ bir Kadîr-i Zülcelal, bir Rahîm-i Zülcemal, bir Hakîm-i Zülkemal olabilir. Çünki nihayetsiz hacat-ı insaniyeyi îfa edecek, ancak nihayetsiz bir kudret ve muhit bir ilim sahibi olabilir. Öyle ise, mabudiyete lâyık yalnız odur. (Sözler - 319)
Evet insan, nihayetsiz şeylere muhtaç olduğu halde; sermayesi hiç hükmünde... Hem nihayetsiz musibetlere maruz olduğu halde; iktidarı, hiç hükmünde bir şey... Âdeta sermaye ve iktidarının dairesi, eli nereye yetişirse o kadardır. Fakat emelleri, arzuları ve elemleri ve belaları ise; dairesi, gözü, hayali nereye yetişirse ve gidinceye kadar geniştir. Bu derece âciz ve zaîf, fakir ve muhtaç olan ruh-u beşere ibadet, tevekkül, tevhid, teslim; ne kadar azîm bir kâr, bir saadet, bir nimet olduğunu, bütün bütün kör olmayan görür, derk eder. (Sözler - 19)
Man stands in need of most of the varieties of beings in the universe and is connected to them. His needs spread through every part of the world, and his desires extend to eternity. As he wants a flower, so he wants the spring. As he desires a garden, so does he also desire everlasting Paradise. As he longs to see a friend, so does he long to see the All-Beauteous One of Glory. Just as in order to visit one he loves who lives somewhere else, he is in need for his beloved’s door to be opened to him, so too in order to visit the ninety-nine per cent of his friends who have travelled to the intermediate realm and so be saved from eternal separation, he needs to seek refuge at the court of an Absolutely Powerful One. For it is He Who will close the door of this huge world and open the door of the hereafter, which is an exhibition of wonders, remove this world and establish the hereafter in its place.
Thus for man in this position the only True Object of Worship will be One in Whose hand are the reins of all things, with Whom are the treasuries of all things, Who sees all things, and is present everywhere, Who is beyond space, exempt from impotence, free of fault, and far above all defect; an All-Powerful One of Glory, an All-Compassionate One of Beauty, an All-Wise One of Perfection.
http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.201.328
Yes, although man is in need of numberless things, his capital is as nothing, and although he is subject to endless calamities, his power too is as nothing. Simply, his capital and power extend only as far as his hand can reach. However, his hopes, desires, pains, and tribulations reach as far as the eye and the imagination can stretch. Anyone who is not totally blind can see and understand then what a great profit, happiness, and bounty for the human spirit, which is thus impotent and weak, and needy and wanting, are worship, affirmation of God’s unity, and reliance on God and submission to Him.
http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.201.29
For more info
2nd Word,http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.201.27
3rd Word,http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.201.29
5th Word,http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.201.34
7th Word,http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.201.41
8th Word,http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.201.45
23rd Word,http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.201.319
2 - İbadetin manası ve verdiği huzur
İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre hâdisatın tazyikatından kurtulabilir. "Tevekkeltü alallah" der, sefine-i hayatta kemal-i emniyetle hâdisatın dağlarvari dalgaları içinde seyran eder. Bütün ağırlıklarını Kadîr-i Mutlak'ın yed-i kudretine emanet eder, rahatla dünyadan geçer, berzahta istirahat eder. Sonra saadet-i ebediyeye girmek için Cennet'e uçabilir. Yoksa tevekkül etmezse, dünyanın ağırlıkları uçmasına değil, belki esfel-i safilîne çeker. Demek iman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyni iktiza eder. Fakat yanlış anlama. Tevekkül, esbabı bütün bütün reddetmek değildir. Belki esbabı dest-i kudretin perdesi bilip riayet ederek; esbaba teşebbüs ise, bir nevi dua-i fiilî telakki ederek; müsebbebatı yalnız Cenab-ı Hak'tan istemek ve neticeleri ondan bilmek ve ona minnettar olmaktan ibarettir.
Tevekkül eden ve etmeyenin misalleri, şu hikâyeye benzer:
Vaktiyle iki adam hem bellerine, hem başlarına ağır yükler yüklenip, büyük bir sefineye bir bilet alıp girdiler. Birisi girer girmez yükünü gemiye bırakıp, üstünde oturup nezaret eder. Diğeri hem ahmak, hem mağrur olduğundan yükünü yere bırakmıyor. Ona denildi: "Ağır yükünü gemiye bırakıp rahat et." O dedi: "Yok, ben bırakmayacağım. Belki zayi' olur. Ben kuvvetliyim. Malımı, belimde ve başımda muhafaza edeceğim." Yine ona denildi: "Bizi ve sizi kaldıran şu emniyetli sefine-i sultaniye daha kuvvetlidir. Daha ziyade iyi muhafaza eder. Belki başın döner, yükün ile beraber denize düşersin. Hem gittikçe kuvvetten düşersin. Şu bükülmüş belin, şu akılsız başın gittikçe ağırlaşan şu yüklere tâkat getiremeyecek. Kaptan dahi eğer seni bu halde görse, ya divanedir diye seni tardedecek. Ya haindir, gemimizi ittiham ediyor, bizimle istihza ediyor, hapis edilsin, diye emredecektir. Hem herkese maskara olursun. Çünki ehl-i dikkat nazarında, za'fı gösteren tekebbürün ile, aczi gösteren gururun ile, riyayı ve zilleti gösteren tasannuun ile kendini halka mudhike yaptın. Herkes sana gülüyor." denildikten sonra o bîçarenin aklı başına geldi. Yükünü yere koydu, üstünde oturdu. "Oh!.. Allah senden razı olsun. Zahmetten, hapisten, maskaralıktan kurtuldum." dedi. (Sözler - 315)
THIRD POINT: Belief is both light and strength. Yes, one who acquires true belief may challenge the whole universe and be saved from the pressure of events in accordance with the strength of his belief. Saying, “I place my trust in God,” he travels through the mountainous waves of events in the ship of life in complete safety. He entrusts all his burdens to the hand of power of the Absolutely Powerful One, voyages through the world in ease, then takes his rest in the Intermediate Realm. Later he may fly up to Paradise in order to enter eternal happiness.
Otherwise, if he does not rely on God, rather than flying, the burdens of the world will drag him down to the lowest of the low. That is to say, belief necessitates affirmation of Divine unity, affirmation of Divine unity necessitates submission to God, submission to God necessitates reliance on God, and reliance on God necessarily leads to happiness in this world and the next. But do not misunderstand this, reliance on God is not to reject causes altogether; it is rather to know that causes are a veil to the hand of power and have recourse to them. Knowing that attempting causes is a sort of active prayer, it is to seek the effects only from Almighty God, recognize that the results are from Him alone, and to be thankful to Him.
Those who place their trust in God and those who do not, resemble the two men in this story:
One time two men loaded heavy burdens onto both their backs and heads, and buying tickets, boarded a large ship. As soon as they boarded it, one of them left his load on the deck, and sitting on it guarded it. The other, however, since he was both stupid and arrogant, did not put down his load. When he was told: “Leave that heavy load on the deck and be comfortable,” he replied: “No, I won’t put it down, it might get lost. I am strong, I’ll guard my property by carrying it on my head and back.” He was told again: “This reliable royal ship which is carrying you and us is stronger, it can protect it better than you. You may get giddy and fall into the sea together with your load. Anyway you will gradually lose your strength, and by degrees those loads will get heavier and your bent back and brainless head will not have the power to bear them. And if the Captain sees you in this state, he will either say that you are crazy and expel you from the ship, or he will think you are ungrateful, accusing our ship and jeering at us, and he will order you to be put into prison. Also you are making a fool of yourself in front of everyone. For the perceptive see that you are displaying weakness through your conceit, impotence through your pride, and abasement and hypocrisy through your pretence, and have thus made yourself a laughing-stock in the eyes of the people. Everyone’s laughing at you.” Whereupon the unfortunate man came to his senses. He put down his load on the deck and sat on it. He said to the other: “Ah! May God be pleased with you. I’ve been saved from that difficulty, from prison, and from making a fool of myself.”
O man who does not place his trust in God! You too come to your senses like that man and place your trust in Him, so that you may be delivered from begging before all the universe, trembling before every event, from pride, making a fool of yourself, misery in the hereafter, and the prison of the pressures of this world...
http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.201.322
Sual: Tablacı hükmünde olan insanlara bir fiat veriyoruz. Acaba asıl mal sahibi olan Allah, ne fiat istiyor?
Elcevab: Evet o Mün'im-i Hakikî, bizden o kıymettar nimetlere, mallara bedel istediği fiat ise; üç şeydir. Biri: Zikir. Biri: Şükür. Biri: Fikir'dir. Başta "Bismillah" zikirdir. Âhirde "Elhamdülillah" şükürdür. Ortada, bu kıymettar hârika-i san'at olan nimetler Ehad-i Samed'in mu'cize-i kudreti ve hediye-i rahmeti olduğunu düşünmek ve derketmek fikirdir. Bir padişahın kıymettar bir hediyesini sana getiren bir miskin adamın ayağını öpüp, hediye sahibini tanımamak ne derece belâhet ise, öyle de; zahirî mün'imleri medih ve muhabbet edip, Mün'im-i Hakikî'yi unutmak; ondan bin derece daha belâhettir.
Question: We give a price to people, who are like tray-bearers. So what price does God want, Who is the true owner?
The Answer: Yes, the price the True Bestower of Bounties wants in return for those valuable bounties and goods is three things: one is remembrance, another is thanks, and the other is reflection. Saying, “In the Name of God” at the start is remembrance, and, “All praise be to God” at the end is thanks. And perceiving and thinking of those bounties, which are priceless wonders of art, being miracles of power of the Unique and Eternally Besought One and gifts of His mercy, is reflection. However foolish it is to kiss the foot of a lowly man who conveys to you the precious gift of a king and not to recognize the gift’s owner, it is a thousand times more foolish to praise and love the apparent source of bounties and forget the True Bestower of Bounties.
3 - Vacib-ül Vucud ve Vahdaniyet delilleri
"Bir köy muhtarsız olmaz. Bir iğne ustasız olmaz, sahibsiz olamaz. Bir harf kâtibsiz olamaz, biliyorsun. Nasıl oluyor ki, nihayet derecede muntazam şu memleket hâkimsiz olur? (Sözler - 49)
“Every village must have its headman; every needle must have its manufacturer and craftsman. And, as you know, every letter must be written by someone. How, then, can it be that so extremely well-ordered a kingdom should have no ruler?
Nasılki bir kitab, bâhusus öyle bir kitab ki; her kelimesi içinde küçük kalemle bir kitab yazılmış, her harfi içinde ince kalem ile muntazam bir kaside yazılmış. Kâtibsiz olmak, son derece muhaldir. Öyle de şu kâinat nakkaşsız olmak, son derece muhal ender muhaldir. Zira bu kâinat öyle bir kitabdır ki, her sahifesi çok kitabları tazammun eder. Hattâ her kelimesi içinde bir kitab vardır. Her bir harfi içinde bir kaside vardır. Yeryüzü bir sahifedir, ne kadar kitab içinde var. Bir ağaç bir kelimedir, ne kadar sahifesi vardır. Bir meyve bir harf; bir çekirdek, bir noktadır. O noktada koca bir ağacın proğramı, fihristesi var. İşte böyle bir kitab, evsaf-ı celal ve cemale, nihayetsiz kudret ve hikmete mâlik bir Zât-ı Zülcelal'in nakş-ı kalem-i kudreti olabilir. Demek âlemin şuhuduyla, bu iman lâzımgelir. İllâ ki, dalaletten sarhoş olmuş ola... (Sözler - 59)
A book, particularly one in each word of which a minute pen has inscribed another whole book, and in each letter of which a fine pen has traced a poem, cannot be without a writer; this would be entirely impossible. So too this cosmos cannot be without its inscriber; this is impossible to the utmost degree. For the cosmos is precisely such a book that each of its pages includes many other books, each of its words contains a book, and each of its letters contains a poem. The face of the earth is but a single page in the book of the cosmos. See how many books it contains. Every fruit is a letter, and every seed is a dot. In that dot is contained the index of the whole tree in its vastness. A book such as this can have been inscribed only by the mighty pen of a Possessor of Glory Who enjoys the attributes of splendour and beauty, and Who is the holder of infinite wisdom and power. Faith, then, follows inevitably on the observation of the world, unless one is drunk on misguidance.
http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.201.70
Evet, nasılki görsen: Bir tek adam geldi. Bütün şehir ahalisini cebren bir yere sevketti ve cebren işlerde çalıştırdı. Yakînen bilirsin; o adam kendi namıyla, kendi kuvvetiyle hareket etmiyor. Belki o bir askerdir. Devlet namına hareket eder. Bir padişah kuvvetine istinad eder. Öyle de her şey, Cenab-ı Hakk'ın namına hareket eder ki; zerrecikler gibi tohumlar, çekirdekler başlarında koca ağaçları taşıyor, dağ gibi yükleri kaldırıyorlar. (Sözler - 6)
If you were to see that a single person had come and had driven all the inhabitants of a town to a place by force and compelled them to work, you would be certain that he had not acted in his own name and through his own power, but was a soldier, acting in the name of the government and relying on the power of the king.
In the same way, all things act in the name of Almighty God, for minute things like seeds and grains bear huge trees on their heads; they raise loads like mountains.
http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.201.16
Hem herbir zerrede, vücub ve vahdet-i Sâni'a iki şahid-i sadık daha var. Birisi; herbir zerre, acz-i mutlakıyla beraber pek büyük ve pek mütenevvi vazifeleri kaldırıyor ve cümudiyeti ile beraber bir şuur-u küllî gösteren intizamperverane nizam-ı umumîye tevfik-i hareket eder. Demek herbir zerre, lisan-ı acziyle Kadîr-i Mutlak'ın vücub-u vücuduna ve nizam-ı âlemi gözetmesiyle vahdetine şehadet eder.
Moreover, in all particles are two further truthful witnesses to the Maker’s necessary existence and unity. One is that together with their absolute impotence, they all perform most important and various duties. The other is that despite their lifelessness, they all conform to the universal order and systems, thus displaying a universal consciousness. That is to say, through the tongue of its impotence each particle testifies to the necessary existence of the Absolutely Powerful One, and through its conforming to the order in the world, each testifies to His unity.
http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.201.305
İnsanın yüzünde.. belki, insanın yüzü öyle bir sikke-i ehadiyettir ki, Âdem zamanından tâ kıyamete kadar gelmiş ve gelecek bütün efrad-ı insaniye birden nazar-ı mütalaasında bulunmayan ve herbirine karşı o tek yüzde birer alâmet-i farika koymayan ve o küçük yüzde hadsiz alâmet-i farika bırakmayan bir sebeb, bir tek insanın yüzündeki hâtem-i vahdaniyete icad cihetiyle el uzatamaz. Evet insanın yüzüne o sikkeyi koyan zât, elbette bütün efrad-ı insaniye nazar-ı şuhudunda ve daire-i ilmindedir ki, herbir insanın sîması göz, kulak, ağız gibi âza-yı esasîde birbirine benzediği halde, birer alâmet-i farika ile, hiçbirisine tamam benzemez. Nasılki o sîmada göz, kulak gibi âzaların umum efradında birbirine benzediği, o nev-i insanın Sânii bir, vâhid olduğuna şehadet eden bir sikke-i tevhiddir; öyle de: Hukuk-u insaniyenin muhafazası için sair enva'ın fevkinde olarak, o sîmalarda birbirine iltibas olmamak ve birbirinden tefriki için, hikmetli pek çok alâmet-i farika ile iftirakları, o Sâni'-i Vâhid'in iradesini, ihtiyarını ve meşietini göstermekle beraber, ayrı ve çok dakik bir sikke-i ehadiyet oluyor ki; bütün insanları, hayvanları, belki kâinatı halketmeyen bir zât, bir sebeb o sikkeyi koyamaz. (Lem'alar - 319)
This stamp of divine oneness is on man’s face, indeed, is man’s face: one who does not hold in his gaze all the human beings who have come and will come from the time of Adam till the end of the world, and cannot place a distinguishing mark on each of their faces, indeed, hundreds of distinguishing marks, can have no part in respect of creation in the stamp of unity on the face of any single one of them. Yes, the one who places that stamp on man’s face must surely hold within his view and encompass with his knowledge all the members of the human race, for although the basic members of the human face resemble one another, each face possesses points of difference. All the members of the face, such as the eye and ear, resembling each other forms a stamp of unity testifying that humankind’s Maker is One; similarly, the many wise differences – unlike other species – distinguishing one from the other so they are not confused and to preserve the rights of all of them, are both subtle stamps of divine oneness, and denote the Maker of unity’s will, choice, and volition. They show that one who cannot create all men and animals, indeed, the universe, cannot apply that stamp.
http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.203.411
Bütün kâinatta zerrelerden tâ yıldızlara kadar herşeyde kusursuz bir intizam-ı ekmel ve noksansız bir insicam-ı ecmel ve zulümsüz bir mizan-ı âdilin bulunmasıdır. Evet kemal-i intizam, insicam-ı mizan ise, yalnız vahdetle olabilir. Müteaddid eller birtek işe karışırsa, karıştırır. (Şualar - 29)
It is the fact that there is a faultless, perfect order in everything in the universe, from minute particles to the stars, and an utterly beautiful harmony that is free of defect, and a just balance that wrongs nothing. Perfect order and balanced harmony can occur only through unity. For numerous hands interfering in a single work cause only confusion.
http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.204.38
22nd Word, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.201.287 32nd Word First Stopping Place, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.201.619 32nd Word Second Stopping Place, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.201.633 33rd Word, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.201.683 2nd Ray, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.204.13 7th Ray, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.204.123 30th Flash, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.203.392
4 - Nasıl bir Zat’a ibadet ediliyor (Cenab-ı Hakkın mahiyeti)
Evet bütün kâinatı bütün şuunatıyla ve keyfiyatıyla kabza-i rububiyetinde tutup, bir hane ve bir saray hükmünde kemal-i intizam ile tedbir ve idare ve terbiye eden bir Zât-ı Akdes'e misil ve mesîl ve şerik ve şebih olmaz, muhaldir. Evet bir zât ki, ona yıldızların icadı zerreler kadar kolay gele.. ve en büyük şey en küçük şey gibi kudretine müsahhar ola.. ve hiçbir şey hiçbir şeye, hiçbir fiil hiçbir fiile mani olmaya.. ve hadsiz efrad, bir ferd gibi nazarında hazır ola.. ve bütün sesleri birden işite.. ve umumun hadsiz hacatını birden yapabile.. ve kâinatın mevcudatındaki bütün intizamat ve mizanların şehadetiyle hiçbir şey, hiçbir hal, daire-i meşiet ve iradesinden hariç olmaya.. ve hiçbir mekânda olmadığı halde, herbir yerde ve herbir mekânda kudretiyle, ilmiyle hazır ola.. ve herşey ondan nihayet derecede uzak olduğu halde, o ise herşeye nihayet derecede yakın olabilen bir Zât-ı Hayy-ı Kayyum-u Zülcelal'in elbette hiçbir cihetle misli, naziri, şeriki, veziri, zıddı, niddi olmaz ve olması muhaldir. (Lem'alar - 341)
Indeed, it is not possible for the Most and Holy One who holds the universe with its circumstances and functions in the grasp of His dominicality and regulates, administers, sustains and nurtures it with perfect order as though it were a house or a palace to have any like, equal, partner, or peer; it is impossible.
Yes, it is indeed impossible that the All-Glorious Ever-Living and Self-Subsistent One for whom the creation of the stars is as easy as that of particles; to whose power the greatest thing is subjugated as is the most minute; for whom nothing is an obstacle to any other thing and no action obstructs any other action; in whose view innumerable individuals are present in the same way that a single individual is present; who hears all voices simultaneously and is able to answer the limitless needs of all simultaneously; outside the sphere of whose will and volition is nothing, no state, as is testified to by the order and balance of the beings in the universe; who although He is in no place, is present everywhere through His power and knowledge; and although everything is utterly distant from Him, is utterly close to them – that He should have any like, equal, partner, deputy, opposite or peer is not possible; it is impossible.
http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.203.436
7th Ray, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.204.123 30th Flash, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.203.392 15th Ray, 2nd station, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.204.604
5 - Haşrin delilleri
Yani, insan der: "Çürümüş kemikleri kim diriltecek?" Sen, de: "Kim, onları bidayeten inşa edip hayat vermiş ise o diriltecek." (Sözler - 114)
He said: “Who shall give life to decaying bones?” Say: “He shall give them life who first gave them life, and He is All-Knowing concerning all creation.” {Qur’an, 36:78.}
Evvelâ; neş'e-i ûlâyı nazara verir. Der ki: Nutfeden alakaya, alakadan mudgaya, mudgadan tâ hilkat-ı insaniyeye kadar olan neş'etinizi görüyorsunuz. Nasıl oluyor ki, neş'e-i uhrâyı inkâr ediyorsunuz?.. O, onun misli, belki daha ehvenidir. Hem Cenab-ı Hak, insana karşı ettiği ihsanat-ı azîmeyi اَلَّذِى جَعَلَ لَكُمْ مِنَ الشَّجَرِ اْلاَخْضَرِ نَارًا kelimesiyle işaret edip der: "Size böyle nimet eden bir zât, sizi başıboş bırakmaz ki, kabre girip kalkmamak üzere yatasınız." Hem remzen der: Ölmüş ağaçların dirilip yeşillenmesini görüyorsunuz. Odun gibi kemiklerin hayat bulmasını kıyas edemeyip istib'ad ediyorsunuz. Hem semavat ve arzı halkeden, semavat ve arzın meyvesi olan insanın hayat ve mematından âciz kalır mı? Koca ağacı idare eden, o ağacın meyvesine ehemmiyet vermeyip başkasına mal eder mi? Bütün ağacın neticesini terketmekle, bütün eczasıyla hikmetle yoğrulmuş hilkat şeceresini abes ve beyhude yapar mı zannedersiniz? Der: Haşirde sizi ihya edecek zât öyle bir zâttır ki, bütün kâinat ona emirber nefer hükmündedir. Emr-i kün feyekûne karşı kemal-i inkıyad ile serfüru eder. Bir baharı halketmek, bir çiçek kadar ona ehven gelir. Bütün hayvanatı icad etmek, bir sinek icadı kadar kudretine kolay gelir bir zâttır. Öyle bir zâta karşı مَنْ يُحْيِى الْعِظَامَ deyip, kudretine karşı taciz ile meydan okunmaz. (Sözler - 115)
One example is furnished by the verse, Has not man seen that We created him from a drop of sperm? And then he becomes an open disputer. and the remaining verses of the same sura. The All-Wise Qur’an thus proves the question of resurrection in seven or eight different forms.
The All-Wise Qur’an thus proves the question of resurrection in seven or eight different forms. It first directs man’s attention to his own origins. It says “you see how you advanced from a drop of sperm to a drop of blood, from a drop of blood to a formless lump of flesh, and from a formless lump of flesh to human form. How, then, can you deny your second creation? It is just the same as the first, or even easier of accomplishment for God.” God Almighty also refers to the great bounties He has bestowed on man with phrases such as:
He Who made fire for you from the green tree 1 and says to man: “Will the Being Who thus bestowed bounty upon you leave you to your own devices, in such fashion that you enter the grave to sleep without rising again?” He also hints at the following: “You see how dead trees come to life and grow green again. Refusing to regard as a parallel the reanimation of your bones, that resemble dry wood, you dismiss the whole matter as improbable. Now is it at all possible that the One Who creates the heavens and earth should not be empowered over the life and death of man, the fruit of heaven and earth? Do you imagine that He would make fruitless and vain the tree of creation that He has moulded with wisdom in all its parts, by abandoning the supreme result of that tree?”
The Qur’an says further: “The Being That will restore you to life at resurrection is such that the whole cosmos is like an obedient soldier of His. It bows its head submissively whenever it hears the command,
“Be!”, and it is. 2 To create a spring is easier for Him than the creation of a flower. To create the whole of the animal realm is as easy for His power as creating a fly. None may belittlingly challenge His power by saying to Him: Who will give life to the bones?
http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.201.128
Acaba mu'ciznüma bir kâtib bulunsa; hurufları ya bozulmuş veya mahvolmuş üçyüz bin kitabı tek bir sahifede karıştırmaksızın, galatsız, sehivsiz, noksansız, hepsini beraber, gayet güzel bir surette bir saatte yazarsa; birisi sana dese: "Şu kâtib kendi te'lif ettiği senin suya düşmüş olan kitabını, yeniden bir dakika zarfında hâfızasından yazacak." Sen diyebilir misin ki, "Yapamaz ve inanmam." Veyahut bir sultan-ı mu'cizekâr, kendi iktidarını göstermek için veya ibret ve tenezzüh için bir işaretle dağları kaldırır, memleketleri tebdil eder, denizi karaya çevirdiğini gördüğün halde sonra görsen ki; büyük bir taş dereye yuvarlanmış, o zâtın kendi ziyafetine davet ettiği misafirlerin yolunu kesmiş, geçemiyorlar. Biri sana dese: "O zât, bir işaretle o taşı, ne kadar büyük olursa olsun kaldıracak veya dağıtacak. Misafirlerini yolda bırakmayacak." Sen desen ki: "Kaldırmaz veya kaldıramaz." Veyahut bir zât bir günde, yeniden büyük bir orduyu teşkil ettiği halde biri dese: "O zât bir boru sesiyle, efradı istirahat için dağılmış olan taburları toplar. Taburlar, nizamı altına girerler." Sen desen ki: "İnanmam!" Ne kadar divanece hareket ettiğini anlarsın...
İşte şu üç temsili fehmettin ise, bak: Nakkaş-ı Ezelî, gözümüzün önünde kışın beyaz sahifesini çevirip, bahar ve yaz yeşil yaprağını açıp, rûy-i arzın sahifesinde üçyüz binden ziyade enva'ı, kudret ve kader kalemiyle ahsen-i suret üzere yazar. Birbiri içinde birbirine karışmaz; beraber yazar, birbirine mani olmaz. Teşkilce, suretçe birbirinden ayrı, hiç şaşırtmaz, yanlış yazmaz. Evet en büyük bir ağacın ruh proğramını bir nokta gibi en küçük bir çekirdekte dercedip, muhafaza eden Zât-ı Hakîm-i Hafîz; vefat edenlerin ruhlarını nasıl muhafaza eder denilir mi? Ve Küre-i Arzı bir sapan taşı gibi çeviren Zât-ı Kadîr; âhirete giden misafirlerinin yolunda nasıl bu Arzı kaldıracak veya dağıtacak, denilir mi? (Sözler - 81)
Let us suppose there were to be some gifted writer who could write out in a single hour the confused and obliterated letters of three hundred thousand books on a single sheet without any error, omission or defect, complete and in the best form. If someone were then to say to you that that writer could write out again from memory a book written by him that had fallen into the water and become obliterated, would you then say that he is unable, and would you not believe in his ability? Or think of some talented king who, in order to demonstrate his power or for the sake of providing a warning example, removes whole mountains with a single command, turns his realm upside down, and transforms the sea into dry land. Then you see that a great rock rolls down into a valley, so that the path is blocked for guests travelling to attend the king’s reception and they are unable to pass. If someone should say to you: “that exalted one will remove or dissolve the stone, however great it may be, with a single command; he will not leave his guests stranded,” would you then say that he will not remove the stone, or be unable to do so? Or if someone one day should gather together a great army, and you are then informed that he will summon its battalions together with a blast of the trumpet after they had dispersed to rest, and the battalions will form up in disciplined shape, would you respond by saying, “I don’t believe it?” Were you to say any of these things your behaviour would truly be madness.
If you have understood these three parables, now look further and see how the Pre-Eternal Designer turns over in front of our eyes the white page of winter and opens the green pages of spring and summer. Then He inscribes on the page of the earth’s surface, with the pen of power and destiny, in the most beautiful form, more than three hundred thousand species of creation. Not one encroaches upon another. He writes them all together, but none blocks the path of another. In their formation and shape, each is kept separate from the other without any confusion. There is no error in the writing. That Wise and Preserving One, Who preserves and inserts the spirit of a great tree in the smallest seed, no bigger than a dot — is it permissible even to ask how He preserves the spirits of those who die? That Powerful One Who causes the globe to revolve like a pebble in a sling — is it permissible even to ask how He will remove this globe from the path of His guests who are travelling to meet Him in the Hereafter?
http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.201.93
Nasılki bir saray veya bir şehir hakkında biri dava etse: "Şu saray veya şehir, tahrib edilip yeniden muhkem bir surette bina ve tamir edilecektir." Elbette, onun davasına karşı altı sual terettüb eder:
Birincisi: Niçin tahrib edilecek? Sebeb ve muktezi var mıdır?
Eğer "Evet var" diye isbat etti,
İkincisi: şöyle bir sual gelir ki: "Bunu tahrib edip, tamir edecek usta muktedir midir? Yapabilir mi?
Eğer "Evet yapabilir" diye isbat etti,
Üçüncüsü: şöyle bir sual gelir ki: "Tahribi mümkün müdür? Hem, sonra tahrib edilecek midir?"
Eğer "Evet" diye imkân-ı tahribi, hem vukuunu isbat etse; iki sual daha ona vârid olur ki:
"Acaba şu acib saray veya şehrin yeniden tamiri mümkün müdür? Mümkün olsa, acaba tamir edilecek midir?"
Eğer "Evet" diye bunları da isbat etse;
O vakit bu mes'elenin hiçbir cihette hiçbir köşesinde bir delik, bir menfez kalmaz ki, şek ve şübhe ve vesvese girebilsin.
İşte şu temsil gibi; dünya sarayının, şu kâinat şehrinin tahrib ve tamiri için muktezi var. Fâil ve ustası muktedir. Tahribi mümkün ve vaki' olacak. Tamiri mümkün ve vaki' olacaktır. İşte şu mes'eleler, Birinci Esastan sonra isbat edilecektir. (Sözler - 515)
If someone was to claim about a palace or a city: “This palace or city will be destroyed, and will then be repaired and reconstructed so that it is intact,” six questions would surely arise in the face of his claim.
The First: Why should they be destroyed? Is there a reason or something to necessitate it? If the answer is “Yes,” he would have to prove it.
The Second: A question such as the following would arise: “Does the builder who would destroy and then reconstruct them possess the power to do so? Would he be capable of it?” If the answer is “Yes,” he would have to prove it.
The Third: The following such question would arise: “Are their destruction possible? And, are they going to be destroyed in the future?” If the answer is “Yes,” and if he proves both the possibility of the destruction and its occurrence, the following two further questions would arise: “Is it possible for this strange palace or city to be reconstructed from scratch, I wonder? If it is possible, will they be reconstructed?” If the answer is “Yes” and he proves these as well, then in no aspect or corner of this matter can a gap or chink remain through which any doubt, misgiving or suspicion might enter.
Thus, like in the comparison, there are facts necessitating the destruction and reconstruction of the palace of the earth and city of the universe. Its author and builder is powerful enough; its destruction is possible, and will occur. Its reconstruction is possible, and will occur. These matters will be proved after the First Fundamental Point.
http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.201.533
10th Word, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.201.59 29th Word, Second Station, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.201.260 11th ray 7th Topic, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.204.230
6 - Ölümün hakikati
17th Word, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.201.219
1st Letter 2nd Question, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.202.21
20th Letter 7th Phrase, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.202.265
7 - Cehennemin luzumu
Cehennem'in vücudu ve şiddetli azabı, hadsiz rahmete ve hakikî adalete ve israfsız, mizanlı hikmete zıddiyeti yoktur. Belki rahmet ve adalet ve hikmet, onun vücudunu isterler. Çünki nasıl bin masumların hukukunu çiğneyen bir zalimi cezalandırmak ve yüz mazlum hayvanları parçalayan bir canavarı öldürmek, adalet içinde mazlumlara bin rahmettir. Ve o zalimi afvetmek ve canavarı serbest bırakmak, bir tek yolsuz merhamete mukabil yüzer bîçarelere yüzer merhametsizliktir. Aynen öyle de; Cehennem hapsine girenlerden olan kâfir-i mutlak, küfrüyle hem esma-i İlahiyenin hukukuna inkâr ile tecavüz, hem o esmaya şehadet eden mevcudatın şehadetlerini tekzib ile hukuklarına tecavüz ve mahlukatın o esmaya karşı tesbihkârane yüksek vazifelerini inkâr etmekle hukuklarına tecavüz ve kâinatın gaye-i hilkati ve bir sebeb-i vücudu ve bekası olan tezahür-ü rububiyet-i İlahiyeye karşı ubudiyetlerle mukabelelerini ve âyinedarlıklarını tekzib ile hukukuna bir nevi tecavüz ettiği haysiyetiyle öyle azîm bir cinayet, bir zulümdür ki afva kabiliyeti kalmaz. اِنَّ اللَّهَ لاَ يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِهِ âyetinin tehdidine müstehak olur. Onu Cehennem'e atmamak, bir yersiz merhamete mukabil, hukuklarına taarruz edilen hadsiz davacılara hadsiz merhametsizlikler olur.
İşte o davacılar Cehennem'in vücudunu istedikleri gibi, izzet-i celal ve azamet-i kemal dahi kat'î isterler.
Evet nasıl bir serseri âsi ve raiyete tecavüz eden bir adam, oranın izzetli hâkimine dese: "Beni hapse atamazsın ve yapamazsın." diye izzetine dokunsa, elbette o şehirde hapis olmasa da o edebsiz için bir hapis yapacak, onu içine atacak.
(Şualar - 231)
There is no contradiction between the existence and ghastly torments of Hell, and infinite mercy, true justice, and wisdom with its balance and absence of waste. Indeed, mercy, justice, and wisdom require its existence. For to punish a tyrant who tramples the rights of a thousand innocents and to kill a savage animal who tears to pieces a hundred cowed animals, is for the oppressed a thousandfold mercy within justice. While to pardon the tyrant and leave the savage beast free, is for hundreds of wretches a hundredfold pitilessness in place of that single act of misplaced mercy.
Similarly, among those who will enter Hell is the absolute disbeliever. For through his disbelief and denial he both transgresses the rights of the Divine Names, and through denying the testimony of beings to those Names, he transgresses their rights, and by denying the elevated duties of glorification of creatures before the Divine Names he violates their rights, and through denying their being mirrors to and responding with worship to the manifestation of Divine dominicality, which is the purpose of the universe’s creation and a reason for its existence and continuance, he transgresses their rights in a way. His disbelief is therefore a crime and wrong of such vast proportions it may not be forgiven, and deserves the threat of the verse,
God forgives not the sin of joining other gods with Him. 1
Not to cast him into Hell would comprise innumerable instances of mercilessness to innumerable claimants whose rights had been transgressed, in place of a single misplaced act of mercy. Just as those claimants demand the existence of Hell, so do Divine dignity and majesty, and tremendousness and perfection most certainly demand it.
Yes, if a worthless rebel who assaults the people says to the proud ruler of the place: “You can’t put me in prison!”, affronting his dignity, if there is not a prison in the town, the ruler will have one made just to throw the ill-mannered wretch into it.
8 - Kur’an-ı Hakim’in delilleri
20th Word, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.201.253
25th Word, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.201.375
7th Flash, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.203.46
7th Ray 17th Degree, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.204.157
9 - Resul-u Ekrem (ASM) delilleri
Evet madem gayet manidar bir kitab, onu ders verecek bir muallim ister. Ve gayet güzel bir cemal, kendini görecek ve gösterecek bir âyine iktiza eder. Ve gayet kemalde bir san'at, teşhirci bir dellâl ister. Elbette herbir harfinde yüzer manalar, hikmetler bulunan bu kitab-ı kebir-i kâinatın muhatabı olan nev-i insan içinde elbette bir rehber-i ekmel, bir muallim-i ekber bulunacak. Tâ ki, o kitabda bulunan kudsî ve hakikî hikmetleri ders verecek.. belki kâinattaki hikmetlerin vücudunu bildirecek.. belki kâinatın hilkatindeki makasıd-ı Rabbaniyenin zuhuruna, belki husulüne vesile olacak.. ve umum kâinatta Hâlık tarafından gayet ehemmiyetle izharını irade ettiği kemal-i san'atını, cemal-i esmasını bildirecek, âyinedarlık edecek.. ve o Hâlık, bütün mevcudatla kendini sevdirmek ve zîşuur mahluklarından mukabele istediğinden, o zîşuurların namına birisi o geniş tezahürat-ı rububiyete karşı geniş bir ubudiyet ile mukabele edip, berr ve bahri cezbeye getirecek, Semavat ve Arz'ı çınlatacak bir velvele-i teşhir ve takdis ile, o zîşuurların nazarını, o san'atların Sâni'ine çevirecek.. ve kudsî dersler ve talimatla bütün ehl-i aklın kulaklarını kendine çevirecek bir Kur'an-ı Azîmüşşan'la, o Sâni'-i Hakem-i Hakîm'in makasıd-ı İlahiyesini en güzel bir surette gösterecek.. ve bütün hikmetlerinin tezahürüne ve tezahürat-ı cemaliye ve celaliyesine karşı en ekmel bir mukabele edecek bir zât, Güneş'in vücudu gibi bu kâinata lâzımdır, zarurîdir. Ve öyle eden ve en ekmel bir surette o vazifeleri yapan, bilmüşahede Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'dır. (Lem'alar - 316)
İkinci Temsil: Nasılki bir zât-ı zîfünun, mu'ciznüma bir kitabı te'lif edip yazsa.. öyle bir kitab ki, her sahifesinde yüz kitab kadar hakaik, her satırında yüz sahife kadar latif manalar, herbir kelimesinde yüz satır kadar hakikatlar, her harfinde yüz kelime kadar manalar bulunsa; bütün o kitabın maânî ve hakaikları, o kâtib-i mu'ciznümanın kemalât-ı maneviyesine baksa, işaret etse, elbette öyle bitmez bir hazineyi kapalı bırakıp abes etmez. Her halde o kitabı, bazılara ders verecek. Tâ o kıymetdar kitab, manasız kalıp, beyhude olmasın. Onun gizli kemalâtı zahir olup, kemalini bulsun ve cemal-i manevîsi görünsün. O da sevinsin ve sevdirsin. Hem o acib kitabı bütün meânisiyle, hakaikıyla ders verecek birisini, en birinci sahifeden, tâ nihayete kadar üstünde ders vere vere geçirecektir.
Aynen öyle de: Nakkaş-ı Ezelî, şu kâinatı, kemalâtını ve cemalini ve hakaik-i esmasını göstermek için öyle bir tarzda yazmıştır ki; bütün mevcudat, hadsiz cihetlerle nihayetsiz kemalâtını ve esma ve sıfâtını bildirir, ifade eder. Elbette bir kitabın manası bilinmezse hiçe sukut eder. Bahusus böyle herbir harfi, binler manayı tazammun eden bir kitab, sukut edemez ve ettirilmez. Öyle ise o kitabı yazan, elbette onu bildirecektir, her taifenin istidadına göre bir kısmını anlattıracaktır. Hem umumunu, en âmm nazarlı, en küllî şuurlu, en mümtaz istidadlı bir ferde ders verecektir. Öyle bir kitabın umumunu ve küllî hakaikını ders vermek için, gayet yüksek bir seyr ü sülûk ettirmek hikmeten lâzımdır. Yani, birinci sahifesi olan tabakat-ı kesretin en nihayetinden tut, tâ münteha sahifesi olan daire-i ehadiyete kadar bir seyeran ettirmek lâzım geliyor. (Sözler - 575)
Yes, since a meaningful book requires a teacher to explain it; and an exquisite beauty requires a mirror to show itself and see itself; and a perfect work of art requires a herald to announce it; for sure among mankind, who is addressed by the mighty book of the universe, in every letter of which are hundreds of meanings and instances of wisdom, will be a perfect guide, a supreme teacher. For he will teach the sacred, true wisdom in the book; that is, make known the existence of the wisdom and purposes in the universe; indeed, be the means of the appearance, and even existence, of the dominical purposes in the universe’s creation; and make known and act as a mirror to the perfect art of the Creator, and the beauty of His names, which He willed to display throughout the universe, showing their importance.
And since the Creator wants to make Himself loved through all His beings and to be responded to by all His intelligent creatures, one of them will respond with comprehensive worship in the name of all of them in the face of those comprehensive dominical manifestations; he will bring the land and sea to ecstasy, and with a tumultuous announcement and exaltation that will cause the heavens and earth to reverberate turn the gazes of those conscious creatures to the One who made the art; and with sacred instruction and teaching and a Qur’an of Mighty Stature that will draw the attention of all reasonable people, will demonstrate in the best way the divine purposes of that Sapient and All-Wise Maker; and who will respond most completely and perfectly to the manifestations of all His instances of wisdom and of His beauty and glory; the existence of such a being is as necessary, as essential for the universe as the existence of the sun. And the one who did this and performed those functions most perfectly was self-evidently the Most Noble Messenger (Upon whom be blessings and peace).
http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.203.407
Second Comparison: If a knowledgeable and skilful person were to compose and write a miraculous book, and on all the book’s pages were as many truths as would fill a hundred books, and in all its lines as many subtle meanings as would fill a hundred pages, and in all its words as many truths as would fill a hundred lines, and in all its letters as many meanings as would fill a hundred words, and if all the meanings and truths of the book were to look to and point to the transcendent perfections of its miracle-displaying writer, he most certainly would not leave such an inexhaustible treasury closed and thus worthless. He would surely teach it to others so that such a valuable book would not remain meaningless and vain, and his own hidden perfections would become apparent and find their perfection, and his transcendent beauty be seen; and so that he too should be pleased, and that he should make himself loved. Moreover, he would cause someone to go through that wonderful book from the first page to the last and teach him all its meanings and truths so that the person would then teach them to others.
In exactly the same way, in order to display His perfections, His beauty, and the truths of His Names, the Pre-Eternal Inscriber has written the universe in such a way that all beings set forth and state His infinite perfections, Names, and attributes together with their innumerable facets and aspects. Of course, if a book’s meaning remains unknown, its value is reduced to nothing. However, a book like the universe, every word of which contains thousands of meanings, cannot lose its value or be made to do so.
Since this is so, the book’s Writer will certainly make it known and explain a part of it to each group according to their capacity. He will instruct in all the contents of the book the individual who has the most extensive and comprehensive view, the most universal consciousness, and the greatest ability. Wisdom requires that He should take the individual on a lofty journey in order to teach him all the contents of such a book and its universal truths. That is, He should cause him to travel from the furthest extreme of the levels of multiplicity, which is the first page, to the sphere of Divine oneness, which is the final page.
http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.201.601
19th Word, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.201.243
31st Word, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.201.583
19th Letter, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.202.112
7th Ray 16th Degree, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.204.151
15th Ray 3rd Part, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.204.591
10 - Kader nedir?
26th Word, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.201.477
11 - Melaikenin vucudu
Hakikat ve hikmet ister ki: Zemin gibi, semavatın da kendine münasib sekeneleri bulunsun. Lisan-ı şer'îde o ecnas-ı muhtelifeye, melaike ve ruhaniyat tesmiye edilir. Evet, hakikat öyle iktiza eder. Zira zemin küçüklüğü ve hakaretiyle beraber, zîhayat ve zîşuur mahluklardan doldurulması ve arasıra boşaltılıp yeniden zîşuurlarla şenlendirilmesi işaret eder, belki tasrih eder ki: Şu muhteşem burçlar sahibi, müzeyyen kasırlar hükmünde olan semavat dahi, zîşuur ve zevil-idrak mahluklarla doludur. Onlar dahi ins ve cin gibi, şu âlem sarayının seyircileri ve şu kâinat kitabının mütalaacıları ve şu saltanat-ı rububiyetin dellâllarıdırlar. Çünki kâinatı hadd ü hesaba gelmeyen tezyinat ve mehasin ve nukuş ile süslendirip tezyin etmesi; bilbedahe mütefekkir istihsan edici ve mütehayyir takdir edicilerin enzarını ister. Evet, hüsün elbette bir âşık ister; taam ise, aç olana verilir. Halbuki ins ve cin, şu nihayetsiz vazifeye, şu haşmetli nezarete ve şu vüs'atli ubudiyete karşı milyondan birisini ancak yapabilir. Demek bu nihayetsiz ve mütenevvi vezaife ve ibadata, nihayetsiz melaike enva'ı ve ruhaniyat ecnası lâzımdır. (Sözler - 176)
Truth and wisdom require that the heavens have inhabitants appropriate to them as the earth has. According to the Shari’a, those various beings are called angels and spirit beings. Reality requires it to be thus, for despite its small size and insignificance, the earth being filled with living and conscious beings, then emptied from time to time and once again repopulated suggests, indeed makes it clear, that the heavens too, in which are magnificent constellations and are like adorned palaces, should be filled with conscious and percipient creatures. Like men and jinn, those creatures are spectators of the palace of the universe, the observers of the book of creation, and the heralds of the sovereignty of dominicality. For the universe is arrayed and embellished with innumerable adornments, decorations, and ornaments, and self-evidently requires the thoughtful gazes of those who will appreciate it and wonder at it. Certainly, beauty requires a lover and sustenance is given to the hungry. However, man and jinn are able to perform only a millionth of this endless duty, this grand viewing, this extensive worship. That is to say, endless sorts of angels and spirit beings are necessary to perform these endless duties and diverse worship.
. http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.201.191
15th Word, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.201.191 29th Word, 1st Aim http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.201.521
12 - Şeytanın yaratılmasındaki hikmetler
Şeytanların halkı ve icadı ne içindir? Cenab-ı Hak, şeytanı ve şerleri halketmiş, hikmeti nedir? Şerrin halkı şerdir, kabihin halkı kabihtir?
Elcevab: Hâşâ!.. Halk-ı şer, şer değil, belki kesb-i şer şerdir. Çünki halk ve icad, bütün netaice bakar; kesb, hususî bir mübaşeret olduğu için, hususî netaice bakar. Meselâ: Yağmurun gelmesinin binlerle neticeleri var, bütünü de güzeldir. Sû'-i ihtiyarıyla bazıları yağmurdan zarar görse, "Yağmurun icadı rahmet değildir" diyemez; "Yağmurun halkı şerdir" diye hükmedemez. Belki sû'-i ihtiyarıyla ve kesbiyle onun hakkında şer oldu. Hem ateşin halkında çok faideler var; bütünü de hayırdır. Fakat bazıları sû'-i kesbiyle, sû'-i istimaliyle ateşten zarar görse, "Ateşin halkı şerdir" diyemez. Çünki ateş yalnız onu yakmak için yaratılmamış; belki o, kendi sû'-i ihtiyarıyla, yemeğini pişiren ateşe elini soktu ve o hizmetkârını kendine düşman etti.
Elhasıl: Hayr-ı kesîr için, şerr-i kalil kabul edilir. Eğer şerr-i kalil olmamak için, hayr-ı kesîri intac eden bir şer terkedilse; o vakit şerr-i kesîr irtikâb edilmiş olur. Meselâ: Cihada asker sevketmekte elbette bazı cüz'î ve maddî ve bedenî zarar ve şer olur. Fakat o cihadda hayr-ı kesîr var ki, İslâm küffarın istilasından kurtulur. Eğer o şerr-i kalil için cihad terkedilse, o vakit hayr-ı kesîr gittikten sonra şerr-i kesîr gelir. O ayn-ı zulümdür. Hem meselâ: Gangren olmuş ve kesilmesi lâzım gelen bir parmağın kesilmesi hayırdır, iyidir; halbuki zahiren bir şerdir. Parmak kesilmezse, el kesilir; şerr-i kesîr olur.
İşte kâinattaki şerlerin, zararların, beliyyelerin ve şeytanların ve muzırların halk ve icadları, şer ve çirkin değildir; çünki çok netaic-i mühimme için halkolunmuşlardır. Meselâ: Melaikelere şeytanlar musallat olmadıkları için, terakkiyatları yoktur; makamları sabittir, tebeddül etmez. Keza hayvanatın dahi, şeytanlar musallat olmadıkları için, mertebeleri sabittir, nâkıstır. Âlem-i insaniyette ise meratib-i terakkiyat ve tedenniyat nihayetsizdir. Nemrudlardan, firavunlardan tut, tâ sıddıkîn-i evliya ve enbiyaya kadar gayet uzun bir mesafe-i terakki var. İşte kömür gibi olan ervah-ı safileyi, elmas gibi olan ervah-ı âliyeden temyiz ve tefrik için, şeytanların hilkatıyla ve sırr-ı teklif ve ba's-i enbiya ile, bir meydan-ı imtihan ve tecrübe ve cihad ve müsabaka açılmış. Eğer mücahede ve müsabaka olmasaydı, maden-i insaniyetteki elmas ve kömür hükmünde olan istidadlar, beraber kalacaktı. A'lâ-yı illiyyîndeki Ebu Bekr-i Sıddık'ın ruhu, esfel-i safilîndeki Ebu Cehl'in ruhuyla bir seviyede kalacaktı. Demek şeyatîn ve şerlerin yaratılması, büyük ve küllî neticeye baktığı için icadları şer değil, çirkin değil; belki sû'-i istimalattan ve kesb denilen mübaşeret-i hususiyeden gelen şerler, çirkinlikler, kesb-i insana aittir; icad-ı İlahîye ait değildir. (Mektubat - 44)
Why are devils created? Almighty God created Satan and evil; what is the wisdom in it? Isn’t the creation of evil, evil, and the creation of bad, bad?
T h e A n s w e r : God forbid, the creation of evil is not evil, the acquisition of (kesb) or desire for evil, is evil. For creation and bringing into existence look to all the consequences, whereas such a desire looks to a particular result, since it is a particular relation. For example, there are thousands of consequences of rain falling, and all of them are good. If due to misuse of their wills some people receive harm from the rain, they cannot say that the creation of rain is not mercy or that it is evil. For it is evil for them due to their mischoice and inclinations. Also, there are numerous benefits in the creation of fire and all of them are good. But if some people are harmed by fire due to their misuse of it and their wills, they cannot say that the creation of fire is evil; because it was not only created to burn them. Rather, they made a wrong choice and thrust their hands into the fire while cooking the food, and made that servant inimical to themselves.
In Short: A lesser evil is acceptable for a greater good. If an evil which will lead to a greater good is abandoned so that a lesser evil should not occur, a greater evil will have been perpetrated. For example, there are certainly some minor material and physical harms and evils in sending soldiers to fight a jihad, but the jihad leads to a greater good whereby Islam is saved from being conquered by infidels. If the jihad is abandoned due to those lesser evils, the greater evil will come after the greater good has gone, and that is absolute wrong. Another example: to amputate a finger which is infected with gangrene and has to be amputated is good and right, although it is apparently an evil. For if it is not amputated, the hand will be amputated and that would be a greater evil.
Thus, the creation and bringing into existence of evils, harms, tribulations, satans, and harmful things, is not evil and bad, for they are created for the many important results they yield. For example, satans have not been set to pester the angels, and the angels cannot progress; their degrees are fixed and deficient. However, in the world of humanity the degrees of progress and decline are infinite. There is an extremely long distance through which to progress, from the Nimrod’s and Pharaoh’s as far as the veracious saints and the prophets.
Thus, because of the creation of satans and the mystery of man’s accountability and the sending of prophets, an arena of trial and examination and striving and competition has been opened so that coal-like base spirits may be differentiated and separated out from diamond-like elevated spirits. If there had been no striving and competition, the potentialities in the mine of humanity, resembling diamonds and coal, would have remained equal. The spirit of Abu Bakr the Veracious at the highest of the high would have remained on a par with Abu Jahl at the lowest of the low. This means that since the creation of satans and evils looks to vast, universal results, it is not evil or bad. The evils and instances of bad that arise from abuses and the particular causes known as man’s acquisition pertain to his voluntary actions not to divine creation.
http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.202.59
Şeytanın vücudunda cüz'î şerler ile beraber bir çok makasıd-ı hayriye-i külliye ve kemalât-ı insaniye vardır. Evet bir çekirdekten koca bir ağaca kadar ne kadar mertebeler var; mahiyet-i insaniyedeki istidadda dahi ondan daha ziyade meratib var. Belki zerreden şemse kadar dereceleri var. Bu istidadatın inkişafatı, elbette bir hareket ister, bir muamele iktiza eder. Ve o muameledeki terakki zenbereğinin hareketi, mücahede ile olur. O mücahede ise, şeytanların ve muzır şeylerin vücuduyla olur. Yoksa, melaikeler gibi insanların da makamı sabit kalırdı. O halde insan nev'inde, binler enva' hükmünde sınıflar bulunmayacak. Bir şerr-i cüz'î gelmemek için bin hayrı terketmek, hikmet ve adalete münafîdir. Çendan şeytan yüzünden ekser insanlar dalalete giderler. Fakat ehemmiyet ve kıymet, ekseriyetle keyfiyete bakar, kemmiyete az bakar veya bakmaz. Nasılki bin ve on çekirdeği bulunan bir zât, o çekirdekleri toprak altında bir muamele-i kimyeviyeye mazhar etse; ondan on tanesi ağaç olmuş, bini bozulmuş. O on ağaç olmuş çekirdeklerin o adama verdiği menfaat, elbette bin bozulmuş çekirdeğin verdiği zararı hiçe indirir. (Lem'alar - 71)
In addition to the minor evils, there are numerous universal good purposes in the existence of Satan, and human attainments and perfections. Yes, however many the degrees from a seed to the huge tree, the degrees in the abilities lodged in human nature are more numerous. They range from a minute particle to the sun. For these abilities and potentialities to develop, action is required, a transaction is necessary. In such a transaction the action of the mechanism of progress is triggered through striving. And striving occurs due to the existence of evil spirits and harmful things. Otherwise man’s station would have been constant like that of the angels; there would have been no classes in humankind, which resembles thousands of species. It is contrary to wisdom and justice to abandon a thousand instances of good so as to avoid one minor evil.
http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.203.105
12nd Letter 2nd Question, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.202.59 13rd Flash, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.203.104
13 - Musibetlerin verilmesinin hikmetleri
Madem hayat, esma-i hüsnanın nukuşunu gösterir. Hayatın başına gelen herşey hasendir. Meselâ: Gayet zengin, nihayet derecede san'atkâr ve çok san'atlarda mahir bir zât; âsâr-ı san'atını, hem kıymetdar servetini göstermek için âdi bir miskin adamı, modellik vazifesini gördürmek için, bir ücrete mukabil bir saatte murassa', musanna' yaptığı gömleği giydirir, onun üstünde işler ve vaziyetler verir, tebdil eder. Hem her nevi san'atını göstermek için keser, değiştirir, uzaltır, kısaltır. Acaba şu ücretli miskin adam o zâta dese: "Bana zahmet veriyorsun. Eğilip kalkmakla vaziyet veriyorsun, beni güzelleştiren bu gömleği kesip kısaltmakla güzelliğimi bozuyorsun" demeğe hak kazanabilir mi? "Merhametsizlik, insafsızlık ettin" diyebilir mi? İşte onun gibi Sâni'-i Zülcelal, Fâtır-ı Bîmisal; zîhayata göz, kulak, akıl, kalb gibi havas ve letaif ile murassa olarak giydirdiği vücud gömleğini esma-i hüsnanın nakışlarını göstermek için çok hâlât içinde çevirir, çok vaziyetlerde değiştirir. Elemler, musibetler nev'inde olan keyfiyat; bazı esmasının ahkâmını göstermek için lemaat-ı hikmet içinde bazı şuaat-ı rahmet ve o şuaat-ı rahmet içinde latif güzellikler vardır. (Sözler - 472)
I n S h o r t: Since life displays the impresses of the Most Beautiful Names, everything that happens to it is good. For example, an extremely rich and infinitely skilful person who is proficient in many crafts, for an hour and in return for a wage, clothes a miserable wretch in a bejewelled, artistically fashioned garment. This garment he made in order to make the miserable man act as a model and to display the works of his art and his extensive wealth. He works the garment on the man, gives it various forms, and alters it. In order to display every variety of his art, he cuts it, changes it, and lengthens and shortens it. Can the poor man receiving the wage be justified if he says to the person: “You are giving me trouble. You are making me bow down and stand up. By cutting and shortening this garment which makes me more beautiful, you are spoiling my beauty”? Does he have the right to tell him: “You are acting unkindly and unfairly”? Thus, like him, in order to display the impresses of His Most Beautiful Names, the All-Glorious Maker, the Peerless Creator, alters within numerous circumstances the garment of existence He clothes on living creatures, bejewelled with senses and subtle faculties like eyes, ears, the reason, and the heart. He changes it within very many situations. Among these are circumstances in the form of suffering and calamity which show the meanings of some of His Names, and the rays of mercy within flashes of wisdom, and the subtle instances of beauty within those rays of mercy.
http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.201.487
Kâinatı hüsün ve cemal ve güzellik ve adalet ihata etmiştir. Halbuki gözümüz önünde bu kadar çirkinliklere ve musibetlere ve hastalıklara ve beliyyelere ve ölümlere ne diyeceksin?
Elcevab: Çok güzellikleri intac veya izhar eden bir çirkinlik dahi, dolayısıyla bir güzelliktir. Ve çok güzelliklerin görünmemesine ve gizlenmesine sebeb olan bir çirkinliğin yok olması, görünmemesi, yalnız bir değil, belki müteaddid defa çirkindir. Meselâ; vâhid-i kıyasî gibi bir kubh bulunmazsa, hüsnün hakikatı birtek nevi olur; pek çok mertebeleri gizli kalır. Ve kubhun tedahülü ile mertebeleri inkişaf eder. Nasılki soğuğun vücuduyla, hararetin mertebeleri ve karanlığın bulunmasıyla ziyanın dereceleri tezahür eder. Aynen öyle de: Cüz'î şer ve zarar ve musibet ve çirkinliğin bulunmasıyla, küllî hayırlar ve küllî menfaatler ve küllî nimetler ve küllî güzellikler tezahür ederler. Demek çirkinin icadı çirkin değil, güzeldir. Çünki, neticelerin çoğu güzeldir. Evet yağmurdan zarar gören tenbel bir adam, yağmura rahmet namını verdiren hayırlı neticelerini hükümden iskat etmez; rahmeti zahmete çeviremez. (Şualar - 31)
The First Part of the Question: You are saying in this Station that beauty, good, and justice encompass the universe, so what do you say to all the ugliness, disasters, illness, tribulations, and death we see around us?
The Answer: A single instance of ugliness which results in or shows up numerous instances of beauty is indirectly an instance of beauty. While the non-existence of an ugliness, or its being invisible, which then conceals numerous instances of beauty and does not permit them to be seen, is not a single, but a manifold, ugliness. For example, if an ugliness which is a unit of measurement is non-existent, the beauty would be of only one sort, and its numerous degrees would remain concealed. For it is through the intervention of ugliness that the degrees of beauty unfold. Just as the degrees of heat become apparent through the existence of cold, and the degrees of light are known through darkness, so universal instances of good, universal benefits, universal bounties, and universal instances of beauty become apparent through there being minor instances of evil, harm, calamities and ugliness. This means that the creation of ugliness is not ugly, it is beautiful, because the majority of its results are beautiful. Yes, a lazy man who suffers loss due to the rain, cannot deny the good results it produces in the name of mercy; he cannot transform the mercy into harm.
http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.204.39
Eğer denilse: "Bu dünyadaki musibetler, çirkinlikler, şerler; o ihatalı rahmete münafîdir, bulandırıyor."
Elcevab: Risale-i Kader gibi Nur'un risalelerinde bu dehşetli suale tam cevab verilmiş. Onlara havale ile, kısacık bir işareti şudur:
Herbir unsurun, herbir nev'in, herbir mevcudun, küllî ve cüz'î müteaddid vazifeleri ve o herbir vazifenin çok neticeleri ve meyveleri var. Ve ekseriyet-i mutlakası, maslahat ve güzel ve hayır ve rahmettirler. Ve az bir kısmı, kabiliyetsizlere ve yanlış mübaşeret edenlere veya ceza ve terbiyeye müstehak olanlara veya çok hayırları sünbül vermeye vesile olanlara rastgelir. Zahirî, cüz'î bir şer, bir çirkinlik olur; bir merhametsizlik görünür. Eğer o cüz'î şer gelmemek için rahmet tarafından o unsur ve küllî mevcud o vazifesinden men'edilse; o vakit bütün hayırlı, güzel sair neticeleri vücud bulmaz. Bir hayrın ademi şer ve bir güzelliğin bozulması çirkinlik olması itibariyle; o neticeler adedince şerler, çirkinlikler, merhametsizlikler husul bulur. Demek birtek şer gelmemek için yüzer şerler, merhametsizlikler irtikâb edilir ki; bütün bütün hikmete, maslahata, rububiyetteki rahmete muhalif düşer. Meselâ: Kar, soğuk, ateş, yağmur gibi nevilerin yüzer hikmetleri, maslahatları içinde bazı dikkatsiz ve ihtiyatsızlar, sû'-i ihtiyarlarıyla kendileri hakkında şer yapsa; meselâ elini ateşe soksa, ateşin hilkatında rahmet yoktur dese; ateşin hadd ü hesaba gelmeyen hayırlı, maslahatlı, merhametli faydaları onu tekzib edip ağzına vurur.
Hem insanın hodgâm hevesatı ve süflî ve akibeti görmeyen hissiyatı, kâinatta cereyan eden rahmaniyet ve hakîmiyet ve rububiyet kanunlarına mikyas ve mehenk ve mizan olamaz. Kendi âyinesinin rengine göre görür. Merhametsiz siyah bir kalb; kâinatı ağlar, çirkin, zulüm ve zulümat suretinde görür. Fakat iman gözüyle baksa; yetmiş güzel hulleleri giymiş bir cennet hurisi gibi, rahmetler ve hayırlar ve hikmetlerden dikilmiş yetmiş binler güzel libasları birbiri üstüne giymiş, daima güler, rahmetle tebessüm eder bir insan-ı ekber ve ondaki insan nev'ini bir kâinat-ı suğra ve herbir insanı bir âlem-i asgar müşahede eder. Bütün ruh u canıyla
اَلْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ der. (Şualar - 611)
If it is said: The calamities, ugliness, and evils in this world are contrary to that all-embracing mercy, and spoil it.
The Answer: This question has been answered completely satisfactorily in various parts of the Risale-i Nur such as the Treatise On Divine Determining. Referring you to them, here we make only a brief allusion, as follows:
All the elements, all the realms of beings, and all creatures, have numerous duties, particular and universal, and each of those duties yields numerous results and fruits. For the most part these are beneficial, beautiful, good, and are mercy. Only a few of them encounter those lacking ability, those who act wrongly, or those who deserve punishment and disciplining, or those who will be the means of producing many shoots of good. An apparent, minor evil is ugliness; it is apparently unkind. But if for that minor evil not to occur, the element and universal being is prevented by mercy from performing its duty, then all its other good and beautiful results would not come into existence. Since the non-existence of a good is evil and the spoiling of beauty is ugly, evils, ugliness, and pitilessness would occur to the number of those results. Thus, hundreds of evil and instances of unkindness would be perpetrated just so that one evil would not occur, which would be entirely contrary to wisdom, benefit, and the mercy of dominicality. For example, things like snow, cold, fire, and rain have hundreds of benefits and purposes. If through their own choice careless or imprudent people harm themselves, for instance if they put their hands in the fire and say there is no mercy in its creation, the innumerable good, beneficial, merciful uses of fire will give them the lie, and hit them in the mouth.
Moreover, man’s selfish desires and lowly emotions, which are blind to consequences, cannot be the criteria, measure, or balance of the laws of mercy, sovereignty, and dominicality which are in force in the universe. He sees things according to the colour of his own mirror. A black-hearted, cruel person sees the universe as weeping, ugly, dark, and tyrannical. But if he looks through the eye of belief, he sees a macroanthropos clothed in seventy thousand beautiful garments one over the other, sewn of instances of mercy, good, and wisdom. Like a houri of Paradise dressed in seventy fine garments, it is always laughing, smiling with mercy. He will observe that mankind within it is a miniature universe, and each individual man a microcosm. He will exclaim with all his heart and spirit:
“All praise be to God, the Sustainer of All the Worlds The Merciful, the Compassionate. Owner of the Day of Judgement!”
http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.204.582
26th Word 4th Topic, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.201.487 12nd Letter 3rd Question, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.202.61 2nd Ray 3rd Sign, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.204.39 15th Ray, 2nd Part, 3rd Phase, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.204.582 18th Word 2nd Point; http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.201.240
14 - Mevcudat kendi kendine mi, sebebler veya tabiat tarafından mı yaratılır? Bunların yaratamadığı ispat edilirse o zaman ister istemez Allah yarattığı aşikar olur.
23rd Flash, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.203.232
15 - Fail muktedir mi? Allah’ın herşeye nasıl gücü yeter
29th Word, 2nd Aim, 3rd Fun Point, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.201.545 7th Ray, 2nd Chapter, 2d Stopping; http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.204.179 15th Ray, 2nd chapter, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.204.623
16 - Tek bir Allah bütün kainatı nasıl idare ediyor?
16th Word, 1st and 2nd Rays, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.201.209
17 - Kâinattaki mütemadiyen şu hayret-engiz faaliyetin sırrı ve hikmeti nedir? Neden şu durmayanlar durmuyorlar, daima dönüp tazeleniyorlar?
30th Word, 2nd Aim, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.201.570 18th Letter, 3rd matter, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.202.110 30th Flash, 6th Point, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.203.435
18 - Tesettürün hikmeti. Neden kadınlar tesettüre girerler?
24th Flash, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.203.254
19 - Orucun hikmeti
29th Letter, 2nd Section, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.202.457
20 - Ahiret akidesinin şahsi ve içtimai faydaları
9th Ray, 1st Point, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.204.203
21 - Allah’ın bizim ibadetimize ihtiyacı var mı?
23rd Flash, Conclusion, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.203.248
22 - Dua nedir? Duanın kabulü
23rd Word, 1st Chapter, 5th Point, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.201.325 24.Mektub 1st Addendum, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.202.347
23 - Peygamberimiz niçin çok evlenmiş
7th Letter, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.202.43
24 - Dinimizde anne ve baba hakkı
21st Letter, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.202.303
25 - Hastalıkların hikmeti
2nd Flash, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.203.21 25th Flash, http://erisale.com/index.jsp?locale=en#content.en.203.265
26 - Faiz niye haramdır ve neden zekat veriyoruz?
Beşerin hayat-ı içtimaîsinde bütün ahlâksızlığın ve bütün ihtilalatın menşe'i iki kelimedir:
Birisi: "Ben tok olduktan sonra, başkası açlıktan ölse bana ne?"
İkincisi: "Sen çalış, ben yiyeyim."
Bu iki kelimeyi de idame eden, cereyan-ı riba ve terk-i zekattır. Bu iki müdhiş maraz-ı içtimaîyi tedavi edecek tek çare, zekatın bir düstur-u umumî suretinde icrasıyla, vücub-u zekat ve hurmet-i ribadır. Hem değil yalnız eşhasta ve hususî cemaatlerde, belki umum nev'-i beşerin saadet-i hayatı için en mühim bir rükün belki devam-ı hayat-ı insaniye için en mühim bir direk, zekattır. Çünki beşerde, havas ve avam iki tabaka var. Havastan avama merhamet ve ihsan ve avamdan havassa karşı hürmet ve itaatı temin edecek, zekattır. Yoksa yukarıdan avamın başına zulüm ve tahakküm iner, avamdan zenginlere karşı kin ve isyan çıkar. İki tabaka-i beşer daimî bir mücadele-i maneviyede, bir keşmekeş-i ihtilafta bulunur. Gele gele tâ Rusya'da olduğu gibi, sa'y ve sermaye mücadelesi suretinde boğuşmaya başlar.
Ey ehl-i kerem ve vicdan ve ey ehl-i sehavet ve ihsan!
İhsanlar zekat namına olmazsa, üç zararı var. Bazan da faidesiz gider. Çünki Allah namına vermediğin için, manen minnet ediyorsun; bîçare fakiri minnet esareti altında bırakıyorsun. Hem makbul olan duasından mahrum kalıyorsun. Hem hakikaten Cenab-ı Hakk'ın malını ibadına vermek için bir tevziat memuru olduğun halde, kendini sahib-i mal zannedip bir küfran-ı nimet ediyorsun. Eğer zekat namına versen; Cenab-ı Hak namına verdiğin için bir sevab kazanıyorsun, bir şükran-ı nimet gösteriyorsun. O muhtaç adam dahi sana tabasbus etmeğe mecbur olmadığı için, izzet-i nefsi kırılmaz ve duası senin hakkında makbul olur. (Mektubat - 274)
All immorality and instability in the social life of man proceeds from two sources:
The First: “Once my stomach is full, what do I care if others die of hunger?”
The Second: “You work, and I’ll eat.”
That which perpetuates these two is the prevalence of usury and interest on the one hand, and the abandonment of zakat on the other. The only remedy able to cure these two awesome social diseases lies in implementing zakat as a universal principle and in forbidding usury. Zakat is a most essential support of happiness not merely for individuals and particular societies, but for all of humanity. There are two classes of men: the upper classes and the common people. It is only zakat that will induce compassion and generosity in the upper classes toward the common people, and respect and obedience in the common people toward the upper classes. In the absence of zakat, the upper classes will descend on the common people with cruelty and oppression, and the common people will rise up against the upper classes in rancour and rebellion. There will be a constant struggle, a persistent opposition between the two classes of men. It will finally result in the confrontation of capital and labour, as happened in Russia.
O people of nobility and good conscience! O people of generosity and liberality! If acts of generosity are not performed in the name of zakat, there are three harmful results. The act may have no effect, for if you do not give in the name of God, you are in effect imposing an obligation, and imprisoning some wretched pauper with a sense of obligation. Then you will be deprived of his prayer, a prayer which would be most acceptable in the sight of God. In reality you are nothing but an official entrusted with the distribution of God Almighty’s bounties among His servants; but if you imagine yourself to be the owner of wealth, this is an act of ingratitude for the bounties you have received. If, on the contrary, you give in the name of zakat, you will be rewarded for having given in the name of God Almighty; you will have offered thanks for bounties received. he needy person too will not be compelled to fawn and cringe in front of you; his self-respect will not be injured, and his prayer on your behalf will be accepted.